20 Şubat 2014 Perşembe

Klişe Ama Vazgeçilmez 5 Bar Şarkısı

"Taburelerin, tezgahların dili yok belki ama ya o şarkılar?" 
Ah o barlardaki taburelerin, tezgahların dili olsa da anlatsalar. Kaç bardak devrildi, kaç gözyaşı kurudu üstlerinde, ne kahkahalar duydular, nelere şahit oldular, neleri dinlediler, kaç suskun gözünü elindeki kadehe dikti, kimler tanıştı, kimler barıştı, kimler ayrıştı çakır keyif hallerde...
Barlarda oturmak güzeldir. Yalnızken de, dostlarınızla da. Bizde içkili sohbetin adresi ‘adetten’ meyhanelerdir ama benim ve eminim ki birçokları için barların tadı başkadır. Çok güzel dostlar edindim, hikayeler dinledim o taburelerin üzerinde. İşimde, hayatımda yeri büyük olan insanlarla tanıştım. Soğuk bir biranın, hafif bir likörün, tatlı bir kokteylin eşliğinde öğrendim isimlerini. Kadıköy’de, Beyoğlu’nda, Beşiktaş’ta. Hatta yeri geldi Londra’da, New York’ta. Bazen dibimde yaşayanların bana uzak hikayesini, bazen de okyanus ötesinde nefes alanların bana yakın hislerini dinledim. Biri beş dakikalığına diğeri hayatımın geri kalanı boyunca beni etkiledi, yanımda oldu. 
İşte o güzel sohbetleri, iyi insanları daha da renklendiren bir şey vardı o barlarda; elbette müzik. Sevdiğim müziklerin fonunda dinledim güldüğüm, şaşırdığım, sevindiğim, hüzünlendiğim muhabbetleri. Son 15-20 yılın klişe ama bir o kadar da ağır, olmazsa olmaz beş bar şarkısını anlatmak istedim size. Taburelerin, tezgahların dili yok belki ama şarkıların var ve o dil genelde kadınları ya da erkekleri anlatır. Buyurun başlayalım...


Belle & Sebastian, Get Me Away From Here, I’m Dying 
Meali: “Yandım anam, beni kurtarın



Aşık olduğunuz sevgilinizden yakın zaman önce ayrıldınız. Barda oturmuş en yakın arkadaşınıza aslında her şeyi ne kadar doğru yaptığınızı anlatıyorsunuz. Ya da tam aksine bütün hatanın sizde olduğunu. Bu şarkı, söylenecek sözün kalmadığı tam da o anın melodisidir. Bazen güldürür, bazen ağlatır. Peşinden güzel bir kahve içip eve ayık bir şekilde de dönebilirsiniz, son içkinizi fondipleyip arkadaşınızın sırtında da.

The Smiths, There’s a Light That Never Goes Out Meali: “Ölüm bizi ayırıncaya (ya da ben seni unutuncaya) kadar



Yanınızda olan ya da hayali kurulan sevgiliye duyduğunuz sonsuz aşkı betimleyen en arabesk ama bir o kadar güzel olan şarkılardan biri. Yalnızsanız da, birisiyle birlikteyseniz de –sözlerindeki hüznün aksine- gülümseten, hatta dans ettiren bir şarkı bu. Olmazsa olmazlardan.

Oasis, Don’t Look Back In Anger
Meali: “Hırsını geçmişten alma Reis



Nakarat kısmında ellerdeki bardakları havaya kaldırtan şarkı. Bardaki küsleri barıştıracak, tanışmayanları tanıştıracak güce sahip bir klasik. Muhabbetin koyulaşmaya başladığı anlarda çaldığında tek bir ağızdan söylenen Don’t Look Back In Anger, maziyi şöyle bir süzmenize sebep olur. Dünün muhakemesini yapmak, yarına ümitle bakmak için ideal.

Suede, So Young
Meali:
 “Daha önümüzde çok yol var ya da artık yaşlanıyor muyuz?



20’lerinizin başında, tek başınıza barda oturuyorsunuz. Elinizdeki bardağa dalıp “Mutlu olacağım ne çok zaman var” diye gülümsüyorsunuz. Ya da 40’larınızın ortasında, eski bir dostla kadeh tokuşturup “Gitti mi o gençlik şimdi?” diye hayıflanıyorsunuz... Eski günleri anımsayıp, kahkahalar atarken. Gençliğin heyecanı mı? İlerlemiş yaşın olgunluğu mu? Dalıp gidiyorsunuz.

James, Laid 
Meali: “Beni hasta ediyorsun ama seni sevmekten vazgeçemiyorum



Bitirilemeyen ilişkilerin şarkısı. Arkadaşlarınızın tasvip etmediği bir kadınla/erkekle yaşanan, sonlanamayan, saplantılı bir aşkı anlatılır Laid. Süründüren ama öldürmeyen cinsten bir aşkı. Tüm şikayete, kızgınlığa rağmen “Gel artık...” dedirten insanlara söylenir. Hangimizin hayatından böyle biri geçmedi ki? Buyurun, barda konuşulacak bir başka hikaye daha. Sohbetiniz bol olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder